23 Şubat 2010 Salı

HOWARD ZINN'E SELAM

yakın bir tarihte kaybettiğimiz, savaşların ve iktidarların değil, kurbanları olan sıradan insanların hikayesinin yazarı, amerikalı tarihçi howard zinn’in anısına marx döndü! adlı oyunundan alıntı...


“evet, ‘işçi sınıfının diktatörlüğünden’ söz ettik. bir partinin merkez komitesinin, hatta tek bir adamın diktatörlüğünden değil, işçi sınıfının diktatörlüğünden, yani kitlelerin devleti ele geçirip, devlet gereksiz duruma gelip yok oluncaya kadar kendi kendilerini yönetmelerinden söz ettik.

bakunin, tabii ki, aynı fikirde değildi. bir devlette, hatta işçi sınıfının hakim olduğu bir devlette bile, askeri kurum, polis teşkilatı ya da hapishaneler varsa, onun devletlikten çıkıp tiranlığa dönüşeceğini savunurdu. benimle tartışmayı çok severdi.

onun hakkında bir şeyler duydunuz mu hiç? bakunin. koca anarşist... eğer bir yazar onun gibi bir roman karakteri yaratmış olsa böyle bir kişi gerçek hayatta var olamaz diye itiraz ederdiniz. bakunin’le aramızdaki ilişkiyi sadece ‘geçinemiyorduk’ diye ifade etmek yetersiz kalır. bir zamanlar brüksel’de engels’le birlikte manifesto’yu yazarken ‘marx ve engels kaşarlanmış burjuvalardır’ demişti. ‘özellikle marx.’

kaşarlanmış burjuvalardık. aslında bakunin’le kıyaslarsak herkes burjuvaydı, çünkü o bir domuz gibi yaşamayı seçmişti. ve eğer domuz gibi yaşamıyorsanız, evinizin çatısı varsa, bir piyanoya sahipseniz, taze ekmek yemek ve şarap içmekten hoşlanıyorsanız ona göre burjuvaydınız.

cesaretini takdir ediyorum. tutuklanıp sibirya’ya gönderildi. kaçtı. dünyayı dolaşıp her yerde devrim yapmaya çalıştı. anarşist bir toplum kurmak istiyordu, ama bunu sadece kendi kafasının içinde kurmayı başarabildi. bologna’da bir ayaklanma çıkarmayı denedi ama neredeyse kendi silahıyla kendini öldürüyordu. devrim girişimleri her yerde başarısızlığa uğradı, ama kadınların karşısında başarısızlığa uğrayan bir adam gibi, bu durum onu hep daha fazlasını istemeye teşvik etti.

hiç resmini gördünüz mü? dev gibi bir adam. gri bir şapkayla örtülü kel bir kafa. kocaman bir sakal. gaddar bir ifade. hapishanedeki beslenme programının bir sonucu olarak hiç dişi yoktu. bu dünyada değil de kendi hayal dünyasında yaşıyor gibiydi. parayı taktığı yoktu. parası olduğunda harcar, olmadığında geri verip veremeyeceğini düşünmeden borç alırdı. hiç evi olmadı. ya da şöyle düşünebilirsiniz: bütün dünya onun eviydi. bir arkadaşının evine gittiğinde hemen başlardı; ‘burada kalacağım. yatağım nerede? yiyecek ne var?’ ve bir saat içinde ev sahibi kendisi olur çıkardı.

bir gün akşam yemeğinin ortasında çıkageldi. kapıyı bile çalmak zahmetine katlanmadan. yemeğe vaktinde gelmek adetiydi zaten. her neyse. şaşırmıştık, onun italya’da olduğunu sanıyorduk. çünkü ondan ne zaman haber alsak uzak ülkelerin birinde bir devrim örgütlüyor olurdu. kapıyı menteşelerinden sökercesine açtı, içeri girip, etrafa göz gezdirdikten sonra dişsiz gülümsemesiyle, ‘iyi akşamlar dostlarım’ dedi. ve bir yanıt bile beklemeden masaya oturup soslu eti büyük lokmalar halinde mideye indirdi, biraz da peynir tıkındıktan sonra bardak bardak brendi içti.

‘mikhail, biraz da şarap iç, şarabımız daha bol, brendi biraz pahalı’ dedim.

şaraptan bir yudum aldı ve gerisin geri tükürdü. ‘çok tatsız’ dedi. ‘brendi insanın zihnini açıyor.’

ve her zamanki performansını sergilemeye başladı; nutuk atar, tartışır, emreder, bağırır, tavsiyede bulunurdu. ben öfkelenirdim, jenny de lafını hiç esirgemeden ‘mikhail, biraz dur, sakinleş, odadaki bütün oksijeni tüketiyorsun’ derdi. bakunin kükreyerek güler ve konuşmasına kaldığı yerden devam ederdi.

kafası bütün o anarşizm süprüntüsüyle doluydu. romantik, ütopik ve anlamsız. aslında onu çevremizden uzaklaştırmak istedim ama jenny bu fikrimi gülünç buldu ve ‘neden altı kişiden oluşan devrimci gruplar daima birilerini aralarından atmaya çalışırlar?’ diye sordu.

bakunin yüz farklı kimliğe sahipti. çünkü avrupa’nın her ülkesinde polis tarafından aranıyordu. londra’ya, bizim yanımıza, rahip kılığında geldi. ya da en azından gerçekten öyle göründüğünü sanıyordu. çünkü gerçekten komikti!

bir haftadır bizimle kalıyordu. bir gece sabaha kadar uyumamıştık. içiyor, tartışıyor, biraz daha içiyor ve yine tartışıyorduk, ayakta duramayacak hale gelinceye kadar. aslında ben bakunin’in çektiği nutkun ortasında uykuya dalıp gitmişim. beni uyandırana kadar sarstı ve ‘daha konuşmamı bitirmedim’ dedi. 1871 kışı gerçekten muhteşemdi. komün paris’te iktidarı ele geçirmişti. evet, paris komünü. ve bakunin bu devrimin içine balıklama atladı, kendini tümüyle bu devrime adadı. fransızlar onu anlamıştı. bir de tekerleme uydurmuşlardı: ‘bir devrimin ilk günü bakunin değerli bir hazinedir. ama ikinci gününde vurulmalıdır.’”

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...