24 Şubat 2010 Çarşamba

MEPHISTO vs. FAUSTUS


yahudi bir anne-babanın çocuğu olan ve holocaust vahşetinden aile dostlarının yanında saklanarak kurtulan macar yönetmen istván szabó’nun başyapıtı mephisto, hırsın bir insanın hayatını nasıl değiştirebileceğinin öyküsü.

film, thomas mann’ın aynı adlı romanının – birkaç ufak farkı görmezden gelecek olursak – oldukça sadık bir uyarlaması. mephisto, “nasıl oldu da kitleler faşist diktatörlüğü desteklediler?” sorusuna bir yanıt verme çabası olmasının yanında mann’ın nasyonel sosyalizm yıllarında çıkarı uğruna siyasi görüşlerini bir kenara bırakıp nazi iktidarının destekçisi haline gelen kayınbiraderi gustaf gründgens’le hesaplaşması aynı zamanda. gründgens’le romanın – ve filmin – ana karakteri hendrik höfgens arasındaki benzerlik, ikisinin de kişisel hayallerini gerçekleştirmek uğruna, ki her ikisinin de hayali mephisto’yu oynamak, çok daha değerli bir şeyi, vicdanlarını, yarı yolda bırakmalarında doruk noktasına ulaşıyor.


ilerleyen yıllarda szabó’nun başka filmlerinde de karşımıza çıkacak olan klaus maria brandauer’in oynadığı ana karakter hedrik höfgen, hamburg’da küçük bir tiyatroda oyunculuk yapmaktadır. yirmili yılların sonunda tiyatroyu geniş halk kitlelerine ulaştırma girişimi, hem aşırı hırslı ve kaprisli karakterinin, hem de sanatsal beklentilerinin yüksekliğinin kurbanı olur. höfgen kötü bir insan değildir, ama sempatik olduğu da söylenemez.

tiyatro aşkıyla siyasi görüşlerini hamburg’un avantgarde sanat ortamında harmanlaması çok da zor olmaz, “proleter tiyatro” yapmaktadır. baş döndürücü bir yükseliş yaşayan nazilere karşı olan tutumunu gizleme ihtiyacı hissetmez. ancak bu ikiliye başarı hırsının eklenmesiyle oluşan gerilim üçgeninde kaybeden önce hayat görüşü, sonunda da vicdanı olacaktır.

bir burjuva ailesinin kızıyla yaptığı evlilik, kısa süre içinde önünde hayalini dahi kuramayacağı kapıların açılmasında altın anahtar işlevi görür. konuk oyuncu olarak berlin’deki büyük bir tiyatroya kabul edilen höfgen, büyük yeteneğinin ve hırsının yardımıyla tiyatronun önce kalıcı bir parçası, sonraysa yıldızı haline gelecektir.

ancak höfgen’in tiyatro sahnesinde zirveye doğru hızla tırmandığı basamaklar ne kadar bir rüyanın gerçekleşmesiyse, hitler’in siyaset sahnesinde en tepeye yaptığı sıçrayış da bir o kadar kabustur. sevgilisi juliette martins’in yerini zengin bir ailenin kızı olan barbara bruckner’in alması, hamburg’daki “halk tiyatrosu”nun berlin’in cafcaflı ortamına yenik düşmesi, höfgen’in başarı uğruna feda edeceklerinin küçük bir parçasıdır yalnızca. karısının nsdap’nin iktidara gelmesinin ardından ülkeyi terketme teklifini “anadilinin bir tiyatrocu için herşey olduğu” gerekçesiyle geri çevirir.

bu noktada filmin bize ne anlatmak istediği artık açığa çıkmaya başlamıştır: “sanat asla sadece sanat değildir.” höfgen, vicdanının kendisine sorduğu bütün soruları aynı yanıtla geçiştirdikçe daha da derine batacaktır: “ben sadece bir tiyatrocuyum.”

kendini sanatın siyasetten bağımsız olduğu yalanıyla uyuturken, zirve yürüyüşünde daha birçok taviz verecektir. goethe’nin faust’unda mephisto rolünde hem kariyerinin, hem de sanatının doruğuna ulaşır. prusya başbakanı (bkz: hermann göring) höfgen’e yine mephisto rolünde hayran olacak ve kanatları altına alacaktır. artık tiyatroculuk kisvesi altında mutlak otoritenin karşısında soytarılık yapacağı günler gelmiştir.

başbakanla ilişkisi ve tüm ilkelerini kariyerine feda etme, vicdanının sesini susturma yetisi höfgen’i devlet tiyatrolarının başına getirecektir. ancak bu rolde de nazi iktidarının bir kuklasından başka bir şey değildir, tek değişen gün geçtikçe daha büyük bir kukla haline gelmesidir. hangi oyunun sahneleneceğini belirleme özgürlüğü yoktur. her anını egemenlerin isteklerini – daha doğrusu emirlerini – yerine getirme zorunluluğunu hissederek geçirir. zirve yolunda vicdan adı verilen yükten kurtulmayı başaran höfgen, zirvede kalmanın da aynı yoldan geçtiğinin farkındadır: diktatörlüğe karşı sesini yükseltmek isteyen bir başka tiyatrocuya yardım elini uzatmayacaktır. ancak yakın bir arkadaşının naziler tarafından öldürülmesi sonucunda ağzını açmaya cesaret eder, ancak başbakan “bir böcek gibi ezilmek istemiyorsa” siyasete bulaşmamasını öğütler: o “sadece bir tiyatrocu”dur. ve “sadece bir tiyatrocu” olduğu için bir böceğe dönüşmüştür...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...