24 Mayıs 2010 Pazartesi

AÇLIK, İSYAN VE MEDYA


son (on)yıllarda karlılık oranı en yüksek olan sektörlerin (emlak, finans vs.) krize girmesi, bu alanlardan uzaklaşan spekülasyonun özellikle besin maddelerine yönelmesine yolaçmıştı. bu gelişmenin doğrudan sonucu besin maddelerinde görülen ani fiyat artışı ve yoksul ülkelerde buna bağlı gelişen açlık problemiydi. "yoksul güney"de beslenme güçlüğü 2-3 yıl önce öyle bir hal aldı ki, pekçok ülkede spontan isyanlar yaşandı.(ingilizce'de food riot, almanca'da hungerrevolte deniyor, türkçe'deki tabirden be yazık ki bihaberim.) 2007-2008 yıllarında 40'ı aşkın ülkeyi sardı bu isyan dalgası. yalnızca 2008 şubatının sonundan nisan ayının başına kadar geçen altı haftalık sürede afrika ve asya'nın sekiz ülkesinde insanlar sokaklardaydı. böylece birbirinden bağımsız olarak aynı anda gelişen bu isyanlar dünya basınının manşetlerini uzun süre işgal edecek biçimde gündeme oturdu.

tabii basının bu konuya yaklaşımı, genel olarak mümkün olduğunca isyanlara sebep olan açlığın kökenini gizlemek, bunun yerine "güney"in ilkel, anti-demokratik ve şiddetin içkin olduğu kültürünü vurgulamaktı. sonuçta işleyen mantık sömürgecilik döneminden tanıdıktı: yoksul halklar, gelişmemişlikleri dolayısıyla kendi yoksulluklarının suçlusuydu.

bir diğer önemli konu, yayılan isyan dalgasının zengin ülkelerde konuşlanmış think-tank'lerce "dünya adına" bir güvenlik sorunu olarak ele alınması ve isyanların yayılmasına karşı geliştirilen önlem önerileriydi. sonuçta önemli olan kapitalist "medeniyet"in insaları açlığa mahkum etmesi değil; bu açlığa verilen cevabın, "medeniyet"imizin çizdiği çerçevenin dışına taşma ihtimali, daha doğrusu bu ihtimalin önüne geçilmesiydi. (tabii esas sorulması gereken soru, yani insanların karnını doyurmayı dahi beceremeyen bir "medeniyet"in ne derece yaşamayı hakettiği asla sorulmayacaktı.)

kitlesel açlıktan kaynaklanan isyanlar aslında afrika ve asya'ya özgü değil, özellikle 16. ve 19. yüzyıllar arasında avrupa'da (en çok fransa ve büyük britanya'da, ama kısmen orta avrupa'da da) çok sık karşımıza çıkan bir fenomen. açlığa mahkum olan kitleler, isyanları aracılığıyla uyguladıkları baskıyla besin maddeleri için ödenebilir fiyatlar, besin yardımı vb. hayatta kalma stratejilerini hayata geçirebiliyorlardı. tabii 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren "güney"de gittikçe artarak görülen isyanlar, önceki yüzyıllarda avrupa'da yaşananlardan, insanların geçmişte - doğal felaketler, iklim koşulları gibi nedenlerden kaynaklanan besin azlığından - açlığa mahkum olurken, günümüzde "dünyanın güneyi"nde - piyasa mekanizmaları yüzünden - açlığa mahkum edilmeleriyle ayrılıyor.

söz konusu isyanlar, aslen dünyanın geri kalanındaki protesto eylemlerinden çok farklı değil: yürüyüşler, basın açıklamaları, grevler vs. ve arada sırada bir süpermarketin ya da besin deposunun içindeki yiyecek maddelerinin ele geçirilerek paylaşılması. tabii bu saydıklarımın sonuncusu, işin bizim buralarda medyaya en çok yansıyan kısmı. zira insanların üstüne ateş açan polisleri, askerleri kamuoyunda meşru göstermenin yolu buradan geçiyor. antikapitalist eylemlerin şiddet içeren yönünün medyada kapladığı yerin abartılı olması zaten alışıldık bir durum, zira cenova'da, rostock'ta, seattle'da da durum böyleydi. ama örneğin mısır'ı italya'dan ayıran; italya'da taş ve molotof koktetyli atan "manyak"ların yanında attac vs. "meşru" çevrelerin "meşru" talepleri de medyaya yansırken, mısırlılar'ın hepsinin "manyak" olarak gösterilmesi. ki bunun da ardında yatan, mısır'daki bir protesto eyleminin içeriğine ulaşmanın zorluğu.

bir yandan eylemlerin medyada aktarılış biçimi, filmlerde kollektif "düşman"ın gösteriliş biçimini oldukça andırıyor: yüzü, kişiliği olmayan, bireylerden oluşmayan homojen bir "kitle" korkulacak bir şey ("yağma") yapıyor. (hollywood filmlerindeki "vietkong"ları düşünün mesela, hiçbirinin birey olarak öne çıkaran bir özelliği yoktur, hepsi birbirine benzeyen çekik gözlü düşmanlar hep aynı şekilde hareket ederler.) diğer yandan yüksek ölü ve yaralı rakamları bu korkuyu pekiştiriyor ve nasıl oluyorsa bu ölümlerden neredeyse tamamen polis ve askerlerin sorumlu olduğu gerçeğine değinmek kimsenin aklına gelmiyor.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...