19 Temmuz 2010 Pazartesi

FRANSA'DA ÖRTÜNME YASAĞI


geçtiğimiz günlerde fransa parlamentosu yüzü örten çarşaf ("nikab" ve "burka") giymeyi yasakladı. nikab ve burka giymek fransa'da artık yalnızca devlet dairelerinde, okullarda vs. değil, sokakta da yasak. yasağa rağmen örtünen kadınları 150 euro, karısını ya da kızını zorladığına kanaat getirilen erkekleri 15 bin ile 30 bin euro arası para ve bir yıl hapis cezası bekliyor.

aslında avrupa'da nikab ve burkayı ilk yasaklayan ülke bu yılın nisan ayında belçika olmuştu, ama bu yazıyı yazmak 5 milyon nüfusla avrupa'da en çok müslümanı barındıran fransa'nın yasayı çıkarmasına kısmet oldu.

ancak yasaklanan yalnızca dini bir giysi olarak çarşafın belirli versiyonları değil aslında, kamuya açık alanlarda insanların yüzünü tanınmayacak şekilde örtmesi genel olarak yasaklandı. örneğin yürüyüşlerde eylemcilerin maske, atkı vs. ile yüzlerini örtmeleri de bu yasağın kapsamına giriyor, ki tartışmanın alevlenmesi de geçtiğimiz yıl strassbourg'daki nato zirvesine karşı yapılan gösteriler sırasında yaşanan sokak çatışmaları sonrasına denk düşüyor. kanunda öngörülen üç istisna, kask takan motorsiklet sürücüleri, karnaval katılımcıları ve tanınmamak amacıyla maske kullanan polisler. bu açıdan değerlendirildiğinde yasa aynı zamanda muhaliflerin kendilerini devletten korumalarının önünde engel teşkil ediyor.

ama biz yine de işin inancı nedeniyle örtünen kadınlarla ilgili kısmına dönelim, zira böyle bir yasağın toplumun ağır bir tepkisiyle karşılaşmadan yasalaşabilmesi kesinlikle buradan geçiyor.

yasağın toplumsal destek kazanmasında iki söylem düzlemi önem kazanıyor: bunlardan birincisi "güvenlik". çarşaf giyen bir insanın kimliğinin tespit edilmesinin zorluğu ve "çarşafın altında acaba ne var?" sorusunun fransa'da gittikçe artan bir biçimde "kalaşnikof ya da patlayıcı madde olabilir mi?" sorusuyla perçinlenmesi insanların bu yasağa olumlu yaklaşmalarındaki önemli etkenlerden biri oldu. (bir de tabii inatla çarşafın altında seksi iç çamaşırı hayal etmek isteyen bir kesim var, ama o başka bir konu tabii.) insanların güvenlik gereksinimlerinin medyal propaganda aracılığıyla paranoya derecesinde polisiye-askeri anlamda bir güvenlik arayışına doğru sürüklenmesi, onyıllardır sahip olunan güvenliklerin (sağlık sigortası, ekonomik güvenceler, çalışan nüfusun sosyal hakları vs.) hızla ortadan kaldırılması sürecine eşlik ediyor. (zygmunt bauman, bu bağlamda insanların sürekli azalan oranda karşılanan "safety" gereksiniminin daha fazla "security"yle absorbe edilmesinden bahsediyor.)

sözünü ettiğim düzlemlerin ikincisiyse genel olarak insan hakları, özeldeyse kadın hakları. bir baskı aracı olarak örtünmenin kadının onurunu ayaklar altına aldığı söylemi, fransa parlamentosunun ve - şimdiye kadar ciddi bir tepki göstermeyen - halkının, ezilen müslüman kadınları kurtarma görevini kendinde görmesini sağladı. fransa devlet başkanı sarkozy yasağı meşrulaştırmak amacıyla şöyle demiş: "fransa, insanlık onuru, kadınlık onuru ve toplumun birarada yaşamı hakkında belirli değerleri olan yaşlı bir ulus. yüzü tamamen örtecek biçimde giyinme, bizim için temel, cumhuriyet için yaşamsal önemde olan bu değerleri öyle derinden yaralıyor ki, yasaktan başka bir çözüm mümkün değil."

bir kadının örtünmeye zorlanması tabii ki korkunç bir durum. ama burada korkunç olan kadının yüzünün görünmemesinden çok zorlamanın kendisi. tarihte "ileri" ve "geri" adını verebileceğimiz iki yönün olduğu, kısacası tarihin başı ve sonu olan çizgisel bir yol olduğu yanılsamasını bir kenara bırakırsak, örtünmenin yasaklanmasının özünde mini eteğin yasaklanmasından pek bir farkı yok. sonuçta devlet (ya da toplum ya da her ikisi birden) belirli bir giyinme normu saptıyor. ve bu normdan sapmayı yasaklıyor. örtünmeye zorlanan kadın, bu yasayla açılmaya zorlanıyor. ortada nesne olarak kadın, bir yandan "örtün" diyen bir iktidar çekiştiriyor, diğer yandan "soyun" diyen bir diğeri. oysa bir şekilde "onur" kavramının içi doldurulacaksa, bu kadının nesne olmaktan çıkıp özne olmasıyla mümkün.

yasaktan etkilenecek olan kadınların sayısının iki bin civarında olduğu tahmin ediliyor. değişen, buna rağmen yalnızca iki bin müslüman kadının değil, fransa'da yaşayan on milyonlarca insanın hayatı. zira bir toplumun azınlıklarına karşı nasıl davrandığı toplumun geneli hakkında da çok fazla şey anlatıyor.

örneğin rahibelik de kadının doğal ihtiyaçlarının ve özgürlüğünün din tarafından (ya da aracılığıyla) bastırılması, ancak söz konusu olan ülkenin "kendi dini" olunca toplum genelinde bir bakıp da görmeme hali egemen oluyor. sorunun çözümüne islam'dan başlanması, ağızda türkiye'deki misyoner cinayetlerini andıran bir tat bırakıyor. bir diğer mesele, ki bence bu çok daha önemli, kadınlara yönelik baskının "islam'a özel" bir durum olarak kabul görmesi, fransa toplumunun kendisini aklamasını, fransa'da kadınların hala ayrımcılığa ve baskıya tabii olduğunu göz ardı etmesini sağlıyor.

islam'ın - ve dolayısıyla müslümanların - üstüne "gerçek kötü" imajının yapışması, avrupa'da yapısal olarak antisemitizmle gittikçe daha çok benzeşen bir islamofobinin yaygınlaşmasının sonucu. "inanç"ın, dinlerin kendisiyle derdi olan bir insan olarak türkiye'de yaşadığım sürece islam'a karşı mücadele verdim. bunun yanında örneğin sinagoglara saldırı düzenlediği zamansa mağdurlara bir tekme de ben atmadım, zira aksi halde yaptığım dine karşı mücadele değil, antisemitizme, ırkçılığa eklemlenmek olacaktı.

avrupa'da insanları "özgürleştirmek" istediğini iddia edip de işe hep başkalarından başlayanlar karşıma çıktığında da aynı refleksi korumaya çalışıyorum.


PS kadın ve eşcinsel hakları hareketlerinin anaakımının "medeniyetler çatışması" kapsamında savaş çığırtkanlığı yapan koroya katılmasına dair de bir şeyler karalayacağım fırsatını bulursam.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...