17 Kasım 2010 Çarşamba

CASTRO'NUN VEDASI


biliyorum castro'nun devlet başkanlığını bırakmasının ardından epey bir zaman geçtiğini. ve hayır, daha ölmedi. benim bahsettiğim castro da zaten fidel değil, angelo castro.

nürnberg'in yoksul göçmen mahallesi gostenhof'ta, eski adıyla "gostanbul"da, dünyanın en güzel kahvesini içtim. nürnberg'den komşu şehir fürth'e giden ana caddenin üstünde, angelo castro'nun cafésinde. küçük, içeride iki, kapının önünde iki masası olan "al pacino", ki masanın başında ayakta durmak gerekiyordu, sandalye dahi yoktu (almanya'da oturulacak bir café, büfe vs. işletebilmek için mekanda iki tuvalet bulunması zorunluluğu var. bu şartı yerine getiremeyenler "stehcafé" ("ayakta durulan café") işletiyorlar.), öyle büyük bir beklentiyle gidilecek bir yer değildi. küçük, basit, yanından geçip gittiğinizde farkına bile varmayacağınız bir mekandı. ama dedim ya, dünyanın en güzel kahvesini yapardı.

angelo castro, esmer, orta boylu, 40'lı yaşlarının sonlarında, judo şampiyonluklarını ve antrenörlüğünü artık mazide bıraktığından "aile babası göbeği" göze çarpan, napoli göçmeni bir italyan. kanda napolililik olduğundan gizlemediği, ama çocukca bir mafya merakı vardı. kendisi küçük yaşta almanya'ya geldiğinden napoli çevresinin fiili devleti olan mafyayla bir ilişkisi olmamış hiç. zaten konuştuğumuzda "benim merakım filmlere, gerçek mafyanın sempati duyulacak bir tarafı yok" diyordu ve mafyanın hayatından uzak olmasından memnundu. caféye adını veren al pacino'nun scarface'ten bir resmi asılıydı duvarda. bir de angelo'nun babasının resmi vardı, hafiften çok sevdiğim ve on iki yıl önce yitirdiğim dedemi andıran. angelo napolili dedim zaten, maradona'nın imzalı bir resminin de al pacino'yla angelo'nun babasının arasında yerini aldığını söylemesem de tahmin edersiniz herhalde.

"al pacino", ilk pazar günleri önüne parkeden otuz-kırk motorsikletle dikkatimi çekmişti. angelo kendisi de motor hastası olduğundan, nürnberg yakınlarında oturup da motoru olan her italyan'la arkadaştı. pazar öğleden sonraları toplu turlarını bitiren italyan motorcular soluğu angelo'da alırdı.

sanırım angelo'nun kahvesini içip de italyan olmayan ilk insanlardan biriydim. kahvesinin lezzeti kulaktan kulağa yayıldıkça, başlangıçta yalnızca italyan cemaatinden oluşan misafirleri de çeşitlendi ve çoğaldı zaten. "misafir" demek, bilinçli bir tercih, çünkü angelo'ya kahve içmeye gittiğinizde "müşteri"den çok "misafir"diniz. yoksa iki euro'ya bu kadar muhabbet satılmaz hiçbir dükkanda.

zamanla bütün ailesini tanıdım angelo'nun. "al pacino" bildiğiniz aile işletmesiydi zaten. karısıyla "gurbet"te olmak ve "memleket"e geri dönmenin zorlukları üstüne sohbetlerimizi özleyeceğim kesinlikle. annesinin babaannemi andırmasını da buraya yorumlamadan not düşeyim. (hastayım diye çorba yaptı kadıncağız bana.)

ben istanbul'dayken angelo caféyi bir arkadaşına devretmiş. yorgun ve stresli gözüküyordu zaten son zamanlarda. bir süre tadilat nedeniyle kapalı kaldı "al pacino", bu hafta yeniden açıldı. yeni sahibi de napolili olduğundan maradona ve al pacino'nun resimleri duvarda hala, yalnızca angelo'nun babası yerini terketmiş. café, tadilattan sonra pek bir şık olmuş. ama angelo'nun muhabbeti yerini "ticaret"e bırakmış. kahvenin tadı da eskisi gibi değil - kahve muhabbetin bahanesi değil mi zaten...

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...