27 Aralık 2010 Pazartesi

...ZAYIFLIK...BAŞARISIZLIK...


ursula k. le guin’in dancing at the edge of the world kitabından ali tamur tarafından çevrilmiş, 1983 yılında mills koleji mezuniyet töreninde yaptığı çarpıcı ve ilginç konuşmanın kadın erkek ilişkilerini iktidar, başarı olgularından yola çıkarak yorumlaması ve yeni bir dil yaratması itibariyle okumaya değer olduğunu düşündüğüm için paylaşıyorum:

"mills koleji idaresine bana sık sık elde edemediğim, bir topluluk önünde kadınların diliyle konuşma şansını verdiği için teşekkür ederim. mezunlar arasında erkeklerin olduğunu biliyorum ve onları dışlama gibi bir niyetim yok, tam tersine. bir eski yunan trajedisi vardır. yunanlı yabancıya “yunanca biliyorsan başını salla, anlayayım bilmediğini” der. yine de mezuniyet töreninde tüm mezunların erkek olduğu veya erkek olması gerektiği ön kabulü yapılıyor.12.yüzyıldan kalma, erkeklerin üstünde harika görünen, bizi ise mantara veya hamile bir leyleğe benzeten cüppeler giyiyor olmamız da bu yüzden: tüm entelektüel geleneklerimiz erkeklere mahsus. halk önünde halkın diliyle, klan veya ulusun diliyle konuşulur, bizim klanımızın dili de erkek dili. tabii, kadınlarda bu dili öğrenebilir, aptal değiliz ne de olsa. söylediklerine bakarak margaret thatcher’i ronald reagan’dan indira gandi’yi general somoza’dan ayırt edebiliyorsanız bana da anlatın. bu dünya erkeklere ait ve erkeklerin dilini konuşuyor. sözcükleri güce yönelik, güç ile ilgili sözcükler. uzun bir yoldan geliyoruz, ama hiçbir yol yeterince uzun değil. kendinizi satarak bile oraya ulaşamazsınız, çünkü orası da onlara ait, size değil.

belki güç hakkında, hayat mücadelesi hakkında yeterince söz işittik. belki biraz da zayıflık sözcüklerine ihtiyacımız var. şimdi, bu fildişi kuleden gerçek dünyaya karışmanızı ve orada zaferlerle dolu bir kariyer yapmanızı dilemek veya kocanıza yardım etmenizi ve ülkemizi korumanızı, güçlendirmenizi ve her atıldığınız işte başarıdan başarıya koşmanızı dilemek yerine bir kadın gibi konuşsam ne olur acaba? dediklerim hoş görünmeyecek, kulaklarınızı tırmalayacak. mesela çocuk istiyorsanız, çocuklarınız olmasını diliyorum. sürüyle değil iki tane. çocuklarınız güzel olmasını diliyorum. sizin ve onların aç kalmamanızı, sıcak ve temiz bir yuvanızın olmasını, arkadaşlarınızın olmasını ve sevdiğiniz bir işinizin olmasını diliyorum. bu kadar mı? biz üniversiteye bunun için mi gittik yani? başarıdan bahsetmedim. başarı, bir başkasının başarısızlığı anlamına geliyor. başarı, düşlemeye devam edebileceğimiz bir amerika rüyası sadece, birçok yerlerde ve bu arada ülkemizde milyonlarca insan korkunç bir yoksulluk gerçeğiyle yaşıyor. hayır, size başarı dilemiyorum. başarı hakkında konuşmak bile istemiyorum. konuşmak istediğim konu başarısızlık.

sadece insan olduğunuz için başarısızlıkla tanışacaksınız. güçlü olduğunuzu sanırken, adaletsizlik, ihanete uğrama ve yerine konmayacak kayıplarla karışılacaksınız. güçlü olduğunuzu sanırken zayıf olduğunuzu öğreneceksiniz. mülk edinmeye çalışacaksınız ve mülkleriniz size sahip olacak. kendinizi, bu güne kadar da bunu yaşamış olmalısınız, karanlıkta yalnız ve korkuyor bulacaksınız. sizin için temennim, kardeşlerim, oğullarım, kızlarım orada, o karanlıkta yaşamınızı sürdürebilmenizdir. başarıya tapan akılcı uygarlığımızın inkâr ettiği, yaşamın olamayacağını bir sürgün yeri olarak gördüğü o yabancı topraklarda yaşayabilmenizdir.


biz, şu anda da yabancıyız. kadınlar, kadın olarak kaldıkları sürece, erkek egemen düşüncesiyle oluşturulmuş bir toplumda, insanın insanoğlu diye adlandırdığı, tanrının erkeklerin diliyle konuştuğu, tek gidilebilecek yönün ileri, daima ileri olduğu toplumdan, zaten büyük ölçüde dışlanmış durumdalar. bu onların ülkesi, biz kendimizinkine bakalım. cinsellikten bahsetmiyorum, cinsellik kadın olsun, erkek olsun herkesin kendi ayaklarının üstünde durabilmesi gereken bir alan. dünyadan, erkeklerin rekabetine dayalı, saldırganlık, otorite ve güç üstüne kurulmuş dünyasından bahsediyorum. eğer orada kadın olarak yaşayabilmek istiyorsak bir miktar ayrımcılık yapmaya zorlanmış durumdayız. mills koleji de böyle bir ayrımcılığın maddeleşmiş bir hali zaten. savaş oyunlarının dünyası bizim tarafımızdan veya bizim için kurulmadı, orada savaş maskeleri takmadan soluk almamız bile mümkün değil. ve bir kere savaş maskesini taktıktan sonra çıkartmak çok zordur. bundan sonraki yaşantımızda, yaşamımızı, kolejdeyken bir miktar yapabildiğimiz gibi, kendi değerlerimize göre yönlendirebilmemiz nasıl mümkün olabilir peki? erkekler ve erkeklerin güç hiyerarşisi için çalışarak değil, bu onların oyunu. erkekler ve erkeklerin güç hiyerarşisine karşı mücadele ederek de değil, bu oyunu onların kurallarıyla oynamak olur. ama bizim yanımızda olan erkeklerle beraber, bizim oyunumuz bu işte. üniversite bitirmiş özgür bir kadın neden hayatını maço erkeklere hizmet ederken veya onlarla kavga ederek geçirsin? neden hayatını onların terimleriyle yaşasın? maço erkek bizim terimlerimizden, akılcı, olumlu ve rekabete dayalı olmayan terimlerimizden korkuyor. onlardan tiksinmemiz, onları inkâr etmemizi istedi bizden. toplumumuzda kadınlar yaşadı ve yaşadıkları için onlardan tiksinti duyuldu. hayatın kocaman bir bölümünden, çaresizlikten, zayıflıktan, hastalıktan, rasyonel olmayan bölümünden tiksinti duyuldu; gölgede, derinde, hayatın derinliklerinde duran, pasif, bulanık, kontrol edilemeyen, içgüdüsel ve kirli bölümünden. işte bize ait olan bu bölümdür, cengâverlerin inkâr ettiği ve üstlenmediği bölüm; biz kadınlara ve bize katılmaya hazır olan erkeklere. doktor olmayan sadece hemşire olabilen, cengâver olmayan sadece sivil memur olan, şerif olmayan sadece kızılderili olabilen bizlere. ülkemiz burası işte, gece. bir de ışıl ışıl bir gündüzümüz de var elbette, yayalar ve ekili parlak çayırlarla dolu olan. ama oraya henüz ulaşmış değiliz sadece öncülerin hikâyeleri var elimizde oraya ait. ve oraya asla maçoları takip ederek ulaşamayacağız. oraya sadece, kendi yolumuzu çizere, kendi ülkemizden, kendi karanlığımızı yasayarak ulaşabiliriz. sizin için ümidim kardeşleri, ülkemizde mahkûmlar olarak, kadın olmaktan utanarak, sosyal sistemin psikopatlığı içinde ezilerek değil yerliler olarak yaşamamızdır. orasını yuvanız olarak bellemeniz, kendi kendinizin efendisi olmanızdır, kendinize ait bir odanız olmasıdır. orada, sanat mı, bilim mi, işletme mi, yerleri süpürmek mi, hangi konuda iyiyseniz onu yapmanız ve kadın olduğunuz için ikinci sınıf iş çıkarttığınızı söyleyenlere cehenneme kadar yolları olduğunu söylemenizdir; işiniz için erkeklerle eşit ücret almanızdır. ne hükmetme nede hükmedilme ihtiyacı duymanızdır. hiç bir zaman kurban gitmemeniz, ama aynı zamanda hiçbir zaman başkaları üzerinde güce sahip olmamanızdır. başarısızlıkla karşılaştığınızda, yenildiğinizde, acı çektiğinizde karanlığın bizim ülkemiz olduğunu hatırlamanızdır, savaşların ve zaferlerin olmadığı ama geleceği içinde taşıyan karanlığın. köklerimiz yerin derinliklerinde, dünya bizim ülkemiz. kutsanma umudumuz yukarılarda değil, yeryüzünde ve aşağılarda yatıyor. casusu uydular ve füzelerle dolu gökyüzünde değil. gözleri kamaştıran ışıkta değil, ruhumuzu besleyen, bize insan ruhu veren karanlıkta."

gand

4 yorum:

outlaw dedi ki...

@gand,

başarı dili, güç ve iktidar dili erkek dili midir sence de? erkeklerin bu dile daha yatkın olduğunu biliyorum da, bu başarıya, güce ve iktidara daha çok sahip oldukları için değil midir?

Gand dedi ki...

@ outlaw

yeryüzünde bugün gerçekleşen herhangi bir şeyi yorumlarken "erkek işi" ya da "kadın olmaktan kaynaklı" diyerek ilkel benliklerimize atıfta bulunmak ne kadar doğru olur bilemiyorum.

Bana sorarsan önemi de yok.

Asıl mesele tek taraflı, sarsılamaz, sorgulanamaz bir gücün hangi İNSANIN eline geçerse geçsin dengesizliğe, daha da ilerlerse deliliğe yol açacağı. Yani sadece ezilen değil erk sahibi de erkin/iktidarın tehdidi altında.

Açlık varken tokluk olmaz. Başarıya olan inançsa ise deliliğin göstergesidir.

Anlatabildim mi bilmiyorum.

outlaw dedi ki...

@gand,

anlattın anlatmasına da, biz senle hiç tartışamayacak mıyız?

Gand dedi ki...

@outlaw

bak "yanlış anlarım" :))))))

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...